HUZURUN KAYNAĞI AHİRET İNANCI

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM 

Âlemlerin Rabbi olan, bizleri ve bildiğimiz bilmediğimiz, gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi yoktan yaratan, biz yokken bizi var eden Allah (c.c)’ye hamd ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber Efendimize salat ve selam olsun. 

İnsanın akıllısı, dünyaya geliş sebebini düşünüp hem dünyası hem de ahireti için faydalı şeylerle zamanını geçirendir. Malayani, yani ne dünyaya ne de ahirete faydası olmayan işlerle zamanını boşa geçirmeyendir. İnsanın yaptığı işin ya bu dünyaya ya da ahirete faydası olması gerekir. Çünkü boşa geçirdiğimiz zamanın hesabını ahirette soracaklar. 

Allah Teâlâ insanı cennette yarattı ve bu dünyaya imtihan için gönderdi. Gönderdi ki kim hakederse, imtihanı güzel verirse (rahmetiyle) onlar tekrar cennete girsin.

Dünyada iyiler ile kötüler beraber yaşıyor ama ahirette böyle olmaz, iyiler bir yerde kötüler ayrı bir yerde olurlar. Onların kim olacağını biz bilemeyiz yaratan bilir. Bizim bileceğimiz yaratılış amacımıza uygun yaşamak.

Nasıl ki işini layıkıyla yapan birisinin ücretini işvereni fazlasıyla verirse, yaradan da emrine uygun olarak yaşayanların emeklerini karşılıksız bırakmaz. Bizler nasıl ki dünyaya çalıştığımız zaman kimseye muhtaç olmuyorsak, ahirete de çalışırsak orada da rahat ederiz inşallah.

Zilzal sûresinde “zerrekadar iyilik yapan da zerre kadar kötülük yapan da karşılığını görecek” diye bildiriliyor. Lakin yine de merhamet sahibi yaradanımız bizlerin Allah’ın affından ümit kesmemizi istemiyor. “Ey nefislerine zulmedenler (günah işleyenler) Allah’ın affından ümidinizi kesmeyin” buyuruyor.

Şimdi de bundan sonra nasıl yaşamalı ve nasıl olmalıyız?

Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ederek yaşamalı, ibadetlerimizi elimizden geldiği kadar yapmalıyız.

Ticarette, komşularla ve akrabalarla ilişkilerinde hep dürüstlüğü, yardımlaşmayı ve sıla-i rahim’i elden bırakmamalıyız. İçinde yaşadığımız toplumda hep örnek ve imrenilen insanlar olmalıyız. Bizler böyle olursak gelecek neslimizde de aynı şekilde olur.

Alışveriş yaptığımız insanların haklarının geçmemesine dikkat etmeliyiz, çalıştırdığımız insanların da haklarını vermeliyiz ki ahirette yakamızdan tutmasınlar.

Kesinlikle faize para yatırmamalı, kredi almak durumunda kalırsak faizsiz bankaları tercih etmeliyiz.

Söz verince randevu dâhil sözümüzde durmalıyız, konuşurken yalan söylememeliyiz, emanete kesinlikle hıyanet etmemeliyiz ki bu üç madde münafikların özelliklerindendir.

Bir malı satarken yemin etmemeliyiz, hatası varsa söylemeliyiz. Hangi malı gösterirsek onu vermeliyiz, kiloda kesinlikle hata yapmamalıyız, veresiye mal almışsak onu söz verdiğimiz günde ödemeliyiz, eğer gecikeceksek günü gelmeden haber vermeliyiz.

Alacağımız olan kişilere zulmetmemeliyiz, eğer borçlu zor durumda ise zaman tanımalıyız, gerçekten borçlu batmışsa ve o alacak bizi zorlamıyorsa yanı zor durumda bırakmayacaksa, Allah rızası için bağışlamalıyız. Ama kasti bir şey varsa zulmetmeden sonuna kadar hakkımızı almaya çabalamalıyız.

Her sene sonu mal sayımı yaparak kar zarar hesabı yapmalı ve zekâtımızı hesap edip akrabalardan başlayarak ihtiyaçlılara dağıtmalıyız.

İmkânımız varsa zekâttan fazla biraz da sadaka-i câriye yapmalıyız ki defterimiz kapanmasın, hadiste ölenin defteri üç sebepten kapanmaz, sadaka-i câriye, faydalı ilim ve kendisine dua ve hayır yapan salih evlat. Yani kazancımızın birazını da ölmeden önce ahirete yollamalıyız ki orada da rahat edelim inşallah.

Tabii ki yaptığımız hayırlardan niyet görsünler diye değil, Allah rızası için olmalıdır.

Hadiste Peygamber Efendimiz, insanoğlu malım malım deyip durur, yediklerinden, giydiklerinden ve ahiret hesabına verdiklerinden başka ne malı var ki? buyurulmuştur. Kalanı varislerin.

Sevgili kardeşlerim hiç tembellik etmemeliyiz, hem dünyaya hem de ahirete çalışmalıyız ve ailemizi kimseye muhtaç etmemeliyiz.

Akrabalarımızı ziyaret etmeli ve muhtaç olanlara yardım etmeliyiz, insanlar bizi görünce geçmişlerin iyiliklerini anlatırlar, biz de onlar gibi olmaya çalışalım.

İşyerlerimizde çalışan bayanlara evlilik niyeti hariç yan gözle bakmamalıyız.

Gençler! Bilgisayar ve telefon gibi elektronik aletler bizleri esir etmemeli, edememeli, biz onları esir etmeliyiz, yani onlarla işlerimizi yapmalı işimiz bitince de kapatmalıyız. Allah bize akıl vermiş, onlarla uğraşıp yapacağımız işlerden derslerimizden geri kalmamalıyız. Saatlerce onların başında zamanımızı israf etmemeleyiz, boş zamanımız olursa düzgün kitaplar bulundurup onları okumalıyız.

Araçlarımızda giderken hep müzik değil de haber ve dini bilgiler de dinlemeyiz ki bilgilerimizi tazeleyelim. Artık her tür radyo var çok şükür. 24 saat müzik dinlesek maddi manevi neyimiz artacak ki?

Mesela, günlük zikirlerimiz olsa araçta giderken salavat, kelime-i tevhid gibi tespih çeksek hiç olmazsa ahiret hesabına yazılır, mizanda terazinin artı kefesine konur. Babaannem anlatırdı ona da dedem anlatmış: Biradamın amelleri tartılırken günah kefesi ağır gelmiş, ümitsizce beklerken teraziye bir kâğıt parçası gelip konmuş ve sevap tarafi ağır basmış, bakıyorlar ki kağıtta adamın dünyadayken içten söylediği bir “lailaheillah” yazılıymış.

Güzel şehirlerde yaşıyoruz ama nimet külfetsiz olmaz trafiği ve stresi de o derece fazla, ama biz bu trafiği firsata çevirip ahiret azığı yapabiliriz. Şirket danışmanları krizleri firsata çevirin diyorlar, biz trafiği nasıl firsata çeviririz ona bakalım, nasıl mı? Cennet bahçesine ağaç dikerek…Yani trafikte ne kadar çok durursak o kadar çok ağaç dikerek.

Sahabeden Abdullah İbn Mes’ud, Tirmizî’de geçen bir hadîs-i şerif’de anlatıyor; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: Cennet bahçesinde ağaç yoktur, oraya ağaç dikiniz. Sahabîler sordular ya Resulallah oraya nasıl ağaç dikeceğiz? Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, tesbih, tahmid, temcid ve tehlil okuyarak buyurdular. Yani ‘sübhanallah, elhamdülillah, la ilahe illallahu Allahu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billah’ diyerek oraya ağaç dikiniz.

Yine bir hadîs-i şerif’de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: “İki kelime vardır dilde hafif, terazide ağır ve Rahman’a sevimlidirler: “Sübhânallahi ve bihamdihi sübhanallahil azîm.” Kim sabah akşam 100 defa ’’subhanallahi ve bihamdihi suhanallahil azim’’ derse günahları bağışlanır ve kıyamet günü onun söylediğinden fazla söyleyen dışında hiç kimse daha faziletli bir zikirle gelemez.

Başka bir hadiste fakir sahabîler gelip “ya Resulullah zenginler sadaka ve zekât verip sevap kazanıyorlar biz onlara nasıl yetişeceğiz?” dediler. Peygamber Efendimiz: ben size bir şey öğreteyim, onunla sevapta sizi geçenlere yetişir, sizden sonrakileri geçersiniz, meğerki sizin kadar yapmış olsunlar. “Her namazdan sonra 33 er defa sübhanallah, elhamdülillah ve Allahu ekber derseniz sonra da La ilahe illalahü vahdehu la şerika leh, lehul mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir.. derseniz günahlarınız denizin köpüğü kadarda olsa affolunur. (Müslim, Mesajid 146)

Yine Esad Coşan hocadan dinlemiştim; Kim günde 100 defa lâ ilâhe illallah dese kıyamet günü yüzü ay gibi parlar.

Evet trafikte yol alırken sıkılmak oflayıp puflamak, direksiyonu dövmek, müzik dinlemek yerine sabah giderken, akşam dönerken, elimize bir tesbih alıp da sübhanallah, lâilaheillallah, Allahu Ekber, elhamdulillah, ya Hâdî ya Latîf ve az önceki söylediklerimi ve benzeri zikirleri tekrarlarsanız inşallah trafiği kalıcı bir şekilde firsata çevirmiş olursunuz.

Bir de bazen akşam yatınca uykumuz gelmeyebiliyor, kafamıza bir şey takılıyor ya da her ne sebeptense uyuyamıyoruz. Bunun için bazıları koyunları tersten sayın, dilinizi damağınıza yapıştırıp burnunzdan nefesalın, yatmadan önce şeker yemeyin, parmağnıza 1 dakika masaj yapın vb. şeyler söylüyorlar.

Benim tavsiyemse, odadaki ışık seviyesini ya da ışık girişini minimuma indirip sağ tarafina dönerek yatıp ALLAH ya da LAİLAHEİLLALLAH diyerek uyumaya çalışırsak, hem sevap kesesine bişeyler atarız hem de makul bir sürede uyuruz inşallah, uyuyamasak bile Allah’ı zikretmiş oluruz.

Hatta gece kalkıp 2 rekat namaz kılsak kabrimiz aydınlık olur, vakti müsait olanlar 2 rekat duha namazı kılsak kıyamette faydası olur. Ben 2 rekat diyorum ama daha fazla olursa ecri de fazlalaşır. Hem de er-Ra’d sûresi 28. ayette Allah (c.c.): “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” buyuruyor.

Sıla-i Rahim

Dinimizdeki önemli konulardan birisi de sıla-i rahim, yani akrabaları ziyaret, bizlere sıla-ı rahim’i emreden, yerlerin ve göklerin, görüp görmediğimiz her şeyin sahibi, dünyayı, ayı güneşi ve yıldızları boşlukta direksiz desteksiz döndüren Allah Teâlâ’ya sonsuz şükürler, elçisi Peygamber Efendimize salât-u selamlar olsun!

Sıla-i rahim hem ayetlerde hem de hadislerde çokca tavsiye ediliyor, hatta emrediliyor. Sıla-i rahim en yakından başlayarak akrabaları ziyaret edip hal hatırdan sonra elimizdengeldiği kadar ihtiyaçlarını ve isteklerini yerine getirmek demektir.

Her cuma hutbesinde okunan Nahl sûresi 90. âyette Allah Teâla: “Şüphesiz Allah adaletli davranmayı iyilikte bulunmayı ve akrabalara yardım etmeyi emreder, fuhşu kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere düşünüp yapmanız için öğüt verir.” İsra sûresi 26. âyette de “Akrabaya hakkını verin (yanı akrabaya iyilik edip haklarını gözetin)” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de “Yakınlarına verilen sadakanın sevabı iki kat olur” buyurmakta. Yine Peygamber Efendimiz, “Her kim ki rızkının bol olmasını ve ömrünün uzun olmasını istiyorsa sıla-i rahim yapsın” buyuruyor.

Gerçekten zor bir zamanda yaşıyoruz, maddiyatın öne geçtiği, internet, bilgisayar telefon geçim sıkıntısı gibi sebeplerden insanlar bir birinden kopuk yaşadığı ve saygı sevginin azaldığı bir zaman… Fakat bizler bu zorluklara rağmen Allah’ın ve Resûlü’nün emirlerine uygun yaşamalıyız, dünyayla beraber ahiretimizi de ihmal etmemeli, hazırlık yapmalıyız.

Namaz, oruç, imkânı olanlar hac ve zekat gibi farzları yerine getirmeli, hatta imkânı olanlar cami, hastane, köprü, okul gibi sadaka-i câriye yapmalı; dünyaya dalıp da ahiretimizi unutmamalıyız.

Gençlere gelince okuyan okulunu, çalışan işini en iyi şekilde yapmalıdır; dışarıdan büyüğü gelince ayağa kalkmalı ve büyüklerin yanında ayak ayaküstüne oturmamalı.

Bu dünyaya neden geldiğimizi düşünerek internetin ve elektroniğin esiri olmadan dünyayla beraber ahirete de hazırlık yapmalılar, yapmalıyız.

Allah (c.c.) dedeme ve tüm geçmişlerimize rahmet etsin. Bibiler (hala) anlatıyor: “Evlendikten sonra babam bizi gördüğünde ilk sorduğu ‘Kızım namazınızı kılıyor musunuz sakın ihmal etmeyin” olurmuş. Allah onlardan razı olsun, onlar ekşi erik yememişler bizim dişimiz kamaşmadı, biz de ekşi erik yememeliyiz ki bizim torunlarımızın dişleri de kamaşmasın!

Bir diğer konu, birbirimizle ilgi ve alakayı kesmeyelim. İmkân varsa ziyaret ederek, yoksa en azından telefon veya mesajla bağımızı koparmayalım, birbirimizden soğumayalım, kalabalıkta kaybolmayalım, bir birimize sahip çıkalım, hele ki gençler kuzenler bir biriyle ilgilerini kesmemeli arayıp sormalılar, maddi manevi ebeveynine analatamadığı bir problemi varsa yardımcı olmalı yada ebeveyniyle paylaşıp problemi çözmeliler. Bu da bir nevi sıla-i rahim sayılır.

Allah Teâlâ hepimizin yar ve yardımcısı olsun, kendisinin ve Resûlü’nün emrettiği gibi yaşamayı bizlere ve neslimize nasıp etsin. Geçmişlerimize rahmet etsin.

TEMİZLİK HAKKINDA

Dinimiz temizliğe büyük bir ehemmiyet vermiş, sağlığımız ve dini vazifelerimizle ilgili her hususta temizliğe riayet etmeyi emretmiştir.

Elbisesi, bedeni ve namaz kılacağı yer temiz olmayan kimse namaz kılamaz. Namaz İslam’ın, temizlik de namazın şartı olduğuna göre temizliği tam olmayanın Müslümanlığı eksiktir. Abdestimiz yoksa namaz kılamıyoruz, Kur’an-ı Kerim’e el süremiyoruz ve ibadetlerin bir kısmını yapamıyoruz. Elbisesi ve bedeni temiz olmayan halkın ve Hakk’ın huzuruna çıkamaz.

Temizliğe dikkat etmediğimiz zaman sağlığımız tehlikeye düşer, Müslüman olarak evlerimizi ve etrafimızı, sokaklarımızı, meydanları, ağaçaltlarını, akarsu ve durgun sularımızı hep temiz tutmalıyız.

Temizlik sadece ibadetle ilgili bir vazife değil içtimâî, ahlakî ve sıhhî bakımdan temiz olmak zorundayız. Dini bütün bir mümin ahlakı sağlam bir Müslüman, sağlığın değerini bilen bir insan, tertemiz olacaktır. Müslümanların dili, kalbi, ruhu ve fikri manen temiz, evi, köyü, kenti, yolu, meydanları ve üstübaşı her zaman madden tertemiz olacaktır.

Allah Teâlâ da Müddessir sûresinde: “Ey Örtüsüne bürünen kalk ve uyar sadece Rabbinin büyüklüğünü dile getir elbiseni temiz tut ve her türlü pislikten de uzak dur” buyuruyor.

Yine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de bir hadisinde “temizlik imanın yarısıdır” buyurmaktadır.

Her mümin evini temiz tuttuğu gibi evinin bahçesini kapısının önünü ve sokaklarını temiz tutacaktır. Yine bir hadiste Peygamber Efendimiz “Avlularınızı temiz tuttunuz Yahudilere benzemeyiniz, sahalarınızı tertemiz yapınız” buyurmaktadır.

Sokaklara, meydanlara gübre ve ölmüş hayvan leşlerini atan, kurban kestikten sonra artıklarını pisliklerini orada bırakan, insanların gelip geçtiği ve gölgelendiği yerlere büyük ve küçük abdestini yapanların bu hareketleriyle doğru bir şey yapmadıkları yukarda buyrulmaktadır.

Yine Peygamber Efendimiz bir gün ashabına lanet ettirici üç şeyden sakının buyurunca ashab bunların neler olduğunu sordular. Peygamber Efendimiz de: “Birinizin gölgeliklere yola ve su kuyularına hacetini def için oturmasıdır”, buyurdular.

Peygamber Efendimiz akarsu veya durgun sulara abdest bozmayı şiddetle yasaklanmıştır. Kolera denen korkunç hastalığın mikrobu pisliğin sulara karışması oradan da doğrudan doğruya veya çiğ olarak yenen şeylerle insana geçtiği açık bir gerçektir. Bunun içindir ki bir halkın lanetine uğramak ve bedduasını almak istenmezse böylesine çirkin bir davranıştan katiyen sakınmalıdır.

Müslümanlığı kendisine din kabul etmiş bir kimse sokaklara abdest bozmamalıdır. Böyle bir davranış İslamiyet‘le bağdaşmadığı gibi insanlığa yakışmaz. Akıl ve mesuliyet duygusu bulunmayan bir kedi, def-i tabiîsi kendini zorladığı zaman bir çukur açar, sonra dönerek pisliğin üstünü örter. Akl-ı selim sahibi bir mümin bundan kendine düşen dersi alabilir.

Ayakta, köşe başlarını kirleten kimseler, hem yolları, hem de kendi elbiselerini kirletmiş olurlar ve o mülevves (kirli) haliyle kılacağı namaz tehlikeye düşer. Yine bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “İdrardan temiz olunuz kabir azabının ekserisi idrardan ileri gelmektedir” buyuruyor.

Yine Peygamber Efendimiz yemeğin bereketi sofraya oturmadan önce ve kalktıktan sonra elleri yıkamaktadır. Yine abdest ve yemekte parmak ve diş aralarını temizleyen ümmetler ne hoş kimselerdir, buyurmaktadır. İnsan bu sünnetlere riayet ederse yediğinde bereket olur ve Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in övgüsüne layık olur.

İslami bir vazife olarak temizliğe riayet etmekte pek çok faydalar bulunmaktadır, Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: “Bir kimse elinde (et ve balık gibi) yağlı yiyeceklerin bulaşığı ve artığı olduğu halde temizlemeden geceler ve kendisine bir zarar dokunursa kendisinden başkasına ayıplamasın.”

Üstümüzdeki elbiselerimizin temizliğine de dikkat etmeliyiz, insan fakir olabilir yamalı giyebilir ayıp değildir, yeter ki temiz olsun. Camiye devam eden Müslüman kardeşlerimiz bilhassa çorapların temiz olmasına çok dikkat etmelidir, eğer kötü kokarsa cemaat arasında nefrete sebep olur.

Et ve balık satmakla meşgul esnaf kardeşlerimiz camiye giderken işyerinde giydiği elbiselerini çıkarıp temiz olanını giymelidir.

Müslüman en azından haftada bir defa vücudunu yıkamalı. Tırnaklarını kesmeli bıyıklarını ucunu dudakları görünecek kadar kısaltmalıdır. Peygamber Efendimiz: “Her yedi günde bir başını ve vücudunu yıkaması her Müslümanın üzerinde Allah’ın hakkıdır” buyurmuştur.

Yani müminin içi dışı, ağzı ve üstübaşı, evi barkı, yolları, meydanları her yeri, her taraı tertemiz olacaktır, temizliği İslam dininden ayrı olarak düşünmemiz asla uygun değildir. Temizlik İslamiyet’le kaynaşmıştır, pislik ile Müslümanlık bir arada toplanamaz, Müslümanlık varsa pislik yok olması gerekir.

HUZURUN KAYNAĞI AHİRET İNANCI

(Bu bölümde bazı yerlerde Bediuzzaman Said Nursi’nin kitaplarından faydalanılmıştır)

Dünyada gerçek huzur ancak ahiret inancıyla elde edilir. Doğru bir inanç ve inancın yaşanmasıyla da dünyada da ahirette de huzur kazanılır. Yani bu dünyada 50 -100 senelik düzgün ve inançlı, Allah’ın emirlerine itaat ederek geçirilmiş bir ömür insana dünyada huzur ve anlatılamayacak kadar güzel bir ahiret mutluluğu verir. Allah Teâlâ insanları boşuna yaratmadığını bu dünyada işleyeceği iyi ve kötü amellerini göre ahirette muamele göreceğini bizlere peygamberleri aracılığıyla bildirmektedir.

Günümüzde yayın organları o kadar geniş ki ben duymadım ben bilmiyordum deme gibi bir şansınız yoktur. Bir de işin başka tarafindan bakalım; bizler yanımızda çalıştırdığımız bir elemana bazı görevler versek ve bir zaman sonra verdiğimiz görevleri yapıp yapmadığını kontrol etsek, eğer o görevleri yapmamışsa hemen işten çıkarırız ya da yevmiye veriyorsak yevmiyesini keseriz.

Biz bu peygamberlerin getirdiği kitaplar ve bilgiler ile insanlığın yaratılışını kıyametin kopacağını ve insanların kıyametten sonra neler ile karşılaşacağını öğreniyoruz. Bu peygamberlerin bize bildirdiği şekilde yaşamaya ve ibadetlerimizi yapmaya çalışmalıyız. Yani bizleri yaratan Allah Teâla’nın emirlerine göre yaşamaya çalışmalıyız. Çünkü Allah’ın emirlerine itaat ederekyaşarsako, öldükten sonra bize dünyadakilerden daha çok nimetler vereceğini vaat ediyor. Rabbimiz bizlere

Şimdi bunu kendi üzerimizde düşünelim. Allah Teâla bizlere sayısız nimetler vermiş, bazılarını sayalım: en başta (ruh )can vermiş, vücut vermiş, bu vücudun içindeki çeşitli organları vermiş, bazıları durduğu zaman insan ölüyor, bizi yaratmış akıl vermiş, eğer o bizi yaratmasaydı biz olmayacaktık, yani hiç olacaktık, yani sıfir.

Bu kadar nimetleri sadece o vücutta vermiş, daha çocuklarımız var, evimiz, işimiz ve çevremiz, bunları bize verip bu dünyaya göndermişve bizi başıboş bırakmamış. Belli zamanlarda peygamberler göndermiş. Bunlar Hazreti Adem aleyhisselam ile başlayıp bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’le sona eren, adlarını bildiğimiz 25 Peygamber ve adlarını bilmediğimiz 124.000 civarında peygamberle Allah Teâla bizim dünyada nasıl yaşamamız gerektiğini nasıl ibadet etmemiz gerektiğini bildirmiştir.

Rabbimiz bizlere kitapları ve peygamberleri aracılığıyla şöyle sesleniyor: Siz ibadetlerinizi yapar iyi bir insan olursanız, ya da istemeyerek bir kötülük yapar ve pişman olup tövbe ederseniz ve verdiğim nimetlere şükür ederseniz daha çok artırırım ve sizi severim, öldükten sonra da sizi cennetime alırım ve oradaki sayısız nimetlerime kavuştururum.

Öldükten sonra ahiret yurdunda sonsuz bir hayat verileceğini, yani bu dünya gibi hastalık yaşlılık ölüm gibi şeyler olmayacağını; orada herkesin 33 yaşında genç olacağını ve sonsuz bir yaşam olacağını bütün peygamberleri aracılığıyla Rabbimiz bize bildiriyor.

Şimdi bu kadar nimetleri veren ve bizi sınav için bu dünyaya gönderenAllah’ın emirlerine göre yaklaşık 50 -100 sene sabredip yaşasak onun istediği gibi inanıp emirlerini yerine getirsek sonsuz bir hayat için değmez mi?

Dünyada yaşıyoruz, biliyoruz ve eminiz ki biz de dedelerimiz, babalarımız ve annelerimiz gibi kesin öleceğiz ve ahiret hayatı bu dünyadaki kısacık hayattan çok daha önemli ve sonsuz ve o sonsuz yaşamın iyi mi kötü mü olacağı bizim buradaki yaptığımız ve yapacağımız şeylerden meydana gelecek, yani tohum eker gibi burada iyi şeyler yapıp bu kısacık hayattan ahiretteki sonsuz hayatı kazanacağız, değmez mi?

Şimdi de asıl yurdumuz olan ahirete niçin inanmamız gerektiğini ve orada karşılaşacağımız şeylerle ilgili âcizane okuduğumuz, öğrendiğimiz kadarıyla bir bakalım.

Öldükten sonra dirilip hesap vermeye inanmak imanın bir şartıdır. Geceden sonra sabahın, kıştan sonra baharın gelmesi ne kadar kesinise, öldükten sonra dirilmek de o kadar kesindir. İbretle bakar ve düşünürsek gördüğümüz ve görmediğimiz her şey ahiretin varlığını anlatıyor. Allah’ı kabul edip de ahireti kabul etmemek güneşi kabul edip ışığını inkâr etmek gibidir, çünkü Allah (c.c.) insanları öldükten sonra tekrar diriltip hesaba çekeceğini, bütün peygamberler iaracılığı ile bizlere bildiriyor.

Allah Teâla verdiği sözden dönmez. Her şeyi yerli yerince yaratır boş ve anlamsız iş yapması düşünülemez. İnsanları mükemmel bir şekilde yaratıp da sonra onları yok etmesi anlamsız olur. Bir bahçıvan emeğiyle kurduğu ve yetiştirdiği bahçesini ateşe verip de yok eder mi? Allah Teâla da kâinatı kıyametten sonra sonsuza dek sürecek olan ahirete çevirecektir.

İnsan ölüp toprağagirer fakat bedeni çürüse de ruhu diri kalır. Kıyametten sonra Allah Teâla yepyeni bir beden yaratarak ruhu bedene giydirir ve ahirette yeni ve sonsuz bir hayata gözlerini açar.

Ölüm ikinci bir doğuştur. Allah Teâla annemizin karnında bizleri dokuz ay özenle besleyip yetiştirdi, sonra da doğumla bizi bu dünyaya gönderdi. Ölümden sonra da ikinci bir defa daha dirilip apayrı, sonsuz bir hayata gözlerimizi açacağız.

Ya ödül yada ceza…Her ülkede kanunlara uyan dürüst vatandaşlar problemsiz yaşarlar. Hiç katillerin, hırsız ve eşkıyaların dolandırıcıların serbestçe gezip dolaşabildikleri bir ülke olabilir mi? Olsa orada adaletten söz edilebilir mi?Mutlaka suçlular yakalanır ve cezalarını çekerler. Bu yüzden ahiret inancı hayatı daha yaşanılır hale getirir ve sayısız faydaları vardır.

Ahiret inancı insan için büyük bir teselli kaynağıdır, doğan çocuk anne karnından daha güzel bir dünyaya geldiğini bilse ağlar mıydı? İşte ahirete inanan kişi de ölümü sonsuz bir dünyaya doğuş olarak görür ve ölümden korkmaz, orada kendisine faydalı olacak güzel işler yapar.

Askerliğini bitirip de ailesinin yanına dönen asker sevinir; çünkü görevini yapmış ve memleketine dönüyor, yüzlerce akraba ve yakın tanıdıklarına kavuşuyor, ya da uzakta öğrenim gören bir öğrenci memleketine dönünce ağlar mı?

İşte bu dünya da insanlar için bir askerlik veya okuldur. Ölüm ise bir diploma, bir terhistir. Gerçek vatanımız olan ahirete dönüş, birçok akraba ve dosta kavuşmaktır.

Ahiret inancı şahıslar için olduğu kadar toplum için de biricik huzur kaynağıdır. Ahirette hesap vereceğine inanan kişi, kötülük yapmaktan, zulüm ve haksızlıktan titizlikle sakınır. Davranışlarına dikkat eder, elinden geldiği kadar iyilik yapmaya çalışır, çünkü ne kadar çok insanlara faydalı olur iyilik yaparsa ahirette o kadar ödül alacağını düşünür. Böylece hem kendisi hem de toplum huzurlu mutlu olur.

Ahirete iman ümit ve tesellidir. Bir yakınını, anne, baba, kardeş ve arkadaş gibi tanıdıklarını kaybeden insan, ahiret inancıyla biraz olsun teselli olur. Çocuklar da ölen yakınlarının cennete gittiği duygusuyla teselli bulurlar, yaşlı insanlar da ölen yakınlarıyla ahirette tekrar bir araya geleceklerini düşünerek teselli bulurlar.

Ahiret inancı yaşlı insanların içinde en büyük teselli kaynağıdır. Gün geçtikçe ölümü düşünür ve ahiret inancı yoksa bunalıma girerler. Ahirete inanan ve inanmayan ihtiyarların yüzüne dikkatle bakarsanız farkı görürsünüz. Birisi nurlu diğeri nursuzdur. Birisi umutlu diğeri umutsuz ve ölüm korkusuyla yaşamaktadır. Fakat ahirete inanıyorlarsa bilirler ki orada kendinden önce ölen yakınlarıyla görüşecek, buluşacak ve orası onun için karanlık bir çukur değil ya cennet bahçesi ya da Allah korusun cehennem çukuru olacaktır. Buradan gönderdiği iyi amelleri onu bekleyecek hastalıklardan ve yaşlılığın yükünden kurtulup sonsuz yeni bir hayata yeni bir âleme kavuşacaktır.

Hakkımızı ahirette alacağız… Dünyada çeşitli haksızlıklara ve zulme uğramış insanlar ahirette bu zulmü yapanlardan haklarını alacaklarını bilirler ve teselli olurlar. Kimilerinin malları, kimilerinin canları haksız yere alınmıştır. Hatta deprem, sel, yangın ve hastalık gibi musibetlerden dolayı kendisini yiyip bitirmez, bilir ki sabrederse bunlar ahiret hesabına sevap-sadaka olarak yazılacaktır.

Aşırılıkları frenler. Gençler ve güçlü insanlar, yani parası ve nüfuzu olanlar ahiret korkusundan güçsüzleri ezip haksızlık yapmaktan çekinirler. Hatta başkalarını ezmeye değil, güçsüz insanlara yardım bile yaparlar ki karşılığını ahirette alsınlar ve o güçlerini ebedi yaşayacakları aleme sermaye yapsınlar.

Ahiret inancı insanı sabırlı yapar ve günah işlemesini engeller. İnsanlar dünyada her istediklerini elde edemezler, işte inanan insan burada elde edemediklerini ahirette elde edeceğini düşünür ve teselli olur, iyi bir insan olmaya çalışır. Zilzal sûresinde Rabbimiz “Zerre kadar iyilik yapanın da zerre kadar kötülük yapanın da ahirette karşılığını bulacağını” buyuruyor.

Ahirete inanan insan başkalarının elindeki nimetleri kıskanmaz, kendisinde de yok diye ruhi bunalıma girmez ve huzurlu olur. İnançlı kimsenin özelliği, Allah’a verdikleri için şükretmek, fakirlere yardım etmek, darlıkta ise sabretmek ve Allah’a isyan etmemektir.

Şimdi de Peygamber Efendimizin ölüm hakkında anlattıklarına biraz yer verelim.

İnsanın ölümü ile beraber ruh bedenden ayrılır ve kabir hayatı başlar. Kabirde iki melek ona bazı sorular sorarlar. Rabbin kim, dinin ne, peygamberin kim ve benzeri. Dünyada iman edip iyi işler yapanlar bu sorulara kolay cevap verirler, fakat inanmayanlar doğru cevap veremezler ve kabir, dünyadaki amellerine göre ya bir cennet bahçesi ya da bir cehennem çukuru olur.

Kabir hayatı kıyametin kopması ile son bulur. Kıyamet Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin bize bildirdiğine göre İsrafil aleyhisselam’ın sura üflemesi ile kopar. Yeryüzünde hiç bir canlı kalmaz ve dağlar pamuk yığınları gibi dağılır. Bunun üzerinden Allah’ın bildiği kadar bir zaman geçtikten sonra İsrafil aleyhisselam tekrar sura üfler ve bütün ölüler dirilir.

Belki bu dirilişe inanmayan insanlar olabilir, fakat Allah Teâla bizi birincide nasıl yarattıysa ikincide de bunu yapmaya kadirdir, çünkü her an yara tmaktadır. Yeni bir insan, yeni bir ağaç, yeni bir hayvan ve bizim bilmediğimiz daha nice şeyler yaratıyordur da biz bilmiyoruzdur.

Kıyametin kopması ve bu dirilişi aslında bütün semavi dinlerde bildirilmektedir. Duvarda duran bir tablo veya herhangi bir alet kendi kendine olamayacağı gibi koskoca dünyayı ve evreni yaratıp yaşatan Allah insanı bir daha yaratmaya elbette kâdirdir.

İnsanlar yeniden dirildikten sonra mahşer denilen yerde hepsi toplanacak ve burada hesap görecektir, dünyadayken yaptığı iyi ve kötü şeylerle karşılaşıp amelleri tartılacak. O güne inanmayanlar, zalimlik yapanlar ellerini ısırıp keşke inansaydım, o beni uyaranların sözlerini dinleseydim keşke Allah’ın istediği gibi bir kul olup onun emrettiği gibi yaşasaydım diyecekler fakat iş işten geçmiş olacak.

Peygamber Efendimizin bize bildirdiğine göre mahşer yeri çok sıcak olacak, fakat yedi grup insan orada rahat içinde olacaklar; hiç bir gölgenin bulunmadığı o günde arşın gölgesinde olacaklar ve sıkıntı çekmeyecekler:

  1. Adaletli devlet başkanı ve yönetici
  2. Allaha kulluk ederek büyüyen genç
  3. Kalbi mescit ve camilere bağlı genç
  4. Allah için bir birlerini sevenler ve Allah için bir araya gelip ayrılan kişiler
  5. Makam ve itibar sahibi bir kadının teklifine ben Allah’tan korkarım diyerek reddeden babayiğit
  6. Sağ elinin verdiği sadakayı sol eliyle duymayacak kadar gizli sadaka veren kişi
  7. Tenha yerlerde Allah’ı anarken gözleri yaşaran kişi

İnsanlar bu mahşer meydanında sevdikleri ve peşinden gittikleri insanlarla beraber haşrolunup sorguya çekileceklerdir.

İnsanların bu dünyada iken yaptıkları her şey en ince ayrıntısına kadar bir kitapta yazılmış olarak ellerine verilecek ve büyük mahkeme kurulacaktır. Burada insana dünyada iken ömrünü nerede tükettiği, bildiği ile neler yaptığı, malını nasıl kazanıp nereye harcadığı Allah’ın kendisine verdiği vücudu nerede yıprattığı gibi sorular sorulacak ve burada insanın sevapları günahları tartılacak, sevap tarafi ağır gelirse cenneti, günah tarafi ağır gelirse cehennemi hak etmiş olacak.

Peygamber Efendimiz ilk sorunun namazdan olacağını ve namazı geçenlerin diğer sorularının daha hafif geçeceğini müjdeliyor. Allah’ın merhameti o kadar geniş ki, burada cehennemi hak edip de affedilenler olacak ve cennete gönderecekler.

Bir de Peygamber Efendimizin Kevser havuzu olacak, buradan su içenler bir daha susuzluk çekmeyecekler ve Peygamber Efendimizin şefaatiyle Allah cellecelalühu bir çok müminin günahlarını bağışlayacak.

Daha sonra tam olarak şeklini bilmediğimiz, sadece adını bildiğimiz cehennemin üzerinde kurulmuş olan bir köprüden, Sırat köprüsünden insanlar cennete geçmeye başlayacaklar. Amelleri iyi olanlar (Allah’ın emirlerine uyarak yaşayan) takvadaki üstünlüklerine göre hızla köprüden geçip cennete ulaşacaklardır, ameli zayıf olanlar daha yavaş geçecek, ameli iyi olmayanlar ise cehenneme düşecekler.

Cehenneme düşenlerden Allah’a ve peygamberlerine inanan kişiler günahları miktarınca cehennemde kaldıktan sonra Allah’ın merhameti ile tekrar cennete gidecekler.

Dünya bir tarla gibidir; tarlaya ne ekersek, onu biçeceğimiz gibi dünyada da nasıl amel etmişsek ahirete neler göndermişsek ahirette karşımıza çıkacak.

Burada iyi ve kötü insanlar hep birarada yaşarlar. Fakat ahirette ise iyiler iyilerle beraber, kötüler de kötülerle beraber olurlar. Bütün iyiler ve faydalı işler yapanlar cennette, bütün kötüler ve kötü işler yapanlar, topluma zarar verenler ise cehennemde toplanacaktır.

Cehennem Allah’ı inkâr eden zalim, ahlaksız, günahkâr, kibirli, kaba insanların atılacakları bir ateş deryası, Cennet ise Allah’ın sevdiği iyi kulları için hazırladığı mükâfat yurdudur. Cennette Allah Teâla iyi kullarına kulakların duymadığı, gözlerin görmediği ve insanın aklına hayaline gelmeyen sürpriz nimetler hazırladığını buyurmaktadır.

Cennetin anahtarı imandır. Yani bizleri, herşeyi, bilip bilmediğimiz, görüp görmediğimiz herşeyi yaratan Rabbimiz’e, onun gönderdiği peygamberlere, kitaplarına, ahiretine, meleklerine, kaza ve kaderine inanmaktır.

Allah’a inanan insan bazı günahlar işlese de Allah cellecelalühu ya onları affeder yada günahları kadar cehennemde kaldıktan sonra cennete gider.

Cennette Allah Teâla mümin kulları için çok çeşitli nimetler hazırlamıştır, orada insanlar sonsuza dek genç olarak canlarının her istediğini bulacaklardır.

Cennetteki en büyük nimet ise cennet halkının Cuma günleri toplanarak perdelerin kaldırılması ve Allah Teâla‘nın cemalini görmeleridir. Bu ise o anda cennetteki diğer nimetleri unutturacak derecededir. Allah Teâla cennettekilere onlardan razı olduğunu, cennettekiler de Allah’tan razı olduklarını bildirirler (İnşallah biz de onlardan oluruz).

Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp genişçe bir düşünelim, bizlere bunca nimetleri veren Allah Teâla bir de akıl ruh vermiştir ki bunlar insan, cin ve meleklerden başkasına verilmemiştir. Fakat meleklere nefis verilmediği için Allah’ın hiç bir emrine muhalefet etmezler.

Hala insanlar ruh ve aklı tam olarak çözmüş değillerdir. Bunlar insanın görünen varlığıyla beraber verilmiş insana insan olma özelliğini kazandıran nimetlerdir. Şimdi ruhsuz ve akılsız birinsan düşünebiliyor muyuz? Ruhu ve aklı olmayan, insan sayılmaz hayvanlar gibi içgüdüsüne göre hareket eder.

Allah’ın verdiği, yarattığı vücudun yanında ruh ve aklı da düşünürsek üzerimizdeki nimetlerin kıymetini daha iyi anlarız. Yani Allah’ın yarattığı, gördüğümüz şeylerin dışında görmediğimiz şeyler de var. Eğer bu manevi duygular olmasaydı birbirimizi nasıl severdik, birbirimizi nasıl özler, iyilik yapar, biraraya gelip sohbet etmek isterdik, nasıl konuşur ya da çoluk çocuğumuzun geleceğini nasıl düşünürdük.

Konuyu biraz toparlayacak olursak Allah Teâla bizleri bu dünyada yiyelim içelim sonsuza kadar yaşayalım diye boşuna yaratmadı. Onun verdiği hayat mal, akıl ve ruh ile onun istediği gibi yaşayıp ailemize, çevremize, ülkemize ve bütün insanlığa faydalı olmalıyız.

Her daim Rabbimize şükür ve dua ederek iyi şeyler istemeliyiz; çünkü dua da bir ibadettir, hatta dua ibadetin özüdür. İstediğimiz her şeyi; küçük büyük maddi manevi Rabbimizden istemeliyiz. Bütün insanlık, ülkemiz, ailemiz ve çocuklarımız için hep iyi şeyler vermesi için Allah’a yalvarmalıyız.

Geçmişlerimizin affolması için dua etmeliyiz, onların adına hayır hasenatlar yapmalıyız. Eğer isteyerek veya istemeyerek günah işlemişsek günahlarımızın affedilmesi için tövbe etmeli, Allah Teâla’dan bizi affetmesini dilemeliyiz. Pişman olarak halis tövbe edersek rahmeti geniş olan hem de bizim aklımızın alamayacağı kadar geniş olan Rabbimiz inşallah bizleri boş çevirmez ve bizleri affeder.

Allahu Teâlâ bizleri yaratmış ve nasıl inanmamız nasıl yaşamamız gerektiğini peygamberleri ve kitapları aracılığıyla bildirmiştir. Nasıl ki evimize elektrikli bir alet alıyoruz, araba alıyoruz hepsini yanında kullanma kılavuzları var ve bu kılavuza göre kullanıldığında kolay kolay arıza yapmıyorsa, işte bizim de kılavuzumuz kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir, Peygamber Efendimizdir ve onun sünnetleridir. Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşarsak, hem dünyada mutlu bir hayat süreriz, hem de ahirette…

Biz elimizden gelen gayreti gösterirsek inşallah Rabbimiz rahmetiyle, cennet ve cemali ile bizleri mükâfatlandıracak ve sonsuz mutluluğu bahşedecektir. Âmin.

ADNAN ÇALIŞKAN

Mayıs 2021